Ekonomisi 2022 yılına büyük belirsizlikler, soru işaretleri, ilk bakışta birbiriyle çelişkili gibi görünen ekonomik verilerle girdi. Öncelikle üçüncü çeyrekteki %7,4 büyümeyle, yılın ilk 9 ayında %11,7 büyüme gerçekleşti. 2021’in son üç ayında büyüme biraz ivme kaybetsede, yılın %10’un üzerinde çok yüksek bir tempoyla kapandı. Bugün açıklanan aralık ayı tüketici fiyatları ise rekor bir oranda yüzde 13,58 arttı ve yıllık enflasyonu yüzde 36.08’e yükseldi. Ekonomist, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Buna karşın kur artışlarına daha duyarlı olan yurt içi üretici fiyatları aralıkta yüzde 19,08’lik bir artış sergilerken, yıllık Yİ-ÜFE yüzde 79,89’a sıçradı.” değerlendirmelerinde bulundu.
“Arjantin’i bir yana bırakırsak belli başlı enflasyonlarının en yükseği”
TÜFE ile Yİ-ÜFE arasındaki farkı gösteren enflasyon makası da yüzde 43,8’lik bir rekora ulaştığının altını çizen Prof. Dr. Kozanoğlu, zaman içinde iki endeksin birbirine yaklaşması, üretici fiyatları kanalıyla tüketim ürünleri üzerindeki baskının sürmesinin kaçınılmaz olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Kozanoğlu, “Yüzde 13.58’lik aralık ayı tüketici enflasyonu, Arjantin bir yana bırakılırsa tüm belli başlı ülkelerin yıllık enflasyonundan çok daha yüksek düzeyde. Çift haneli rakamları gören iki ülke, Pakistan’ın yüzde 11,5, Brezilya’nın yüzde 10,7 tüketici enflasyonları bile bizim yüzde 13,58’in gerisinde kalıyor.” açıklamasını yaptı.
Bu enflasyon oranlarının 19 yıllık sürecin en yüksek fiyat artış temposuna işaret ettiğine değinerek, ekonomide istikrar gösteren tek eğilimin, enflasyonun durmadan artması olduğuna işaret etti. Kozanoğlu ayrıca, dar gelirli yurttaşların bu durumdan daha olumsuz etkileceğini dile getirdi. “Çünkü tüketim desenlerinde daha fazla ağırlığı bulunan gıda fiyatları yüzde 43.80 ile manşet enflasyondan yüksek bir artış gösterdiği gibi, yine yüzde 31.2 ağırlığa sahip konut ve kira elektrik doğalgaz gibi kalemlerde yılbaşı zamlarının devreye girmesiyle yoksul kesimlerin beli bükülecek.” açıklamasında bulundu.
Prof. Dr. Kozanoğlu, Türkiye ekonomisinin genelde hızlı büyümeleri çok yüksek cari açıklarla, yani yabacıların tasarruflarıyla finanse eden bir ülke olduğuna değindi. Bu sene ise makul sayılacak bir cari açıkla yılın kapatılacağına işaret ederek, özellikle Avrupa’da talebin canlı seyretmesiyle, TL’nin keskin değer kayıplarının da sağladığı avantajla, ihracatın güçlü seyrettiğine vurgu yaptı. Prof. Dr. Kozanoğlu, yılın ilk 11 ayında ihracatın ithalatı karşılama oranının %83,8 düzeyine yükseldiğini belirterek, “Ekim’de cari dengenin 3,2 milyar dolar fazla vermesiyle, Ocak-Ekim döneminde cari açık 8,4 milyar dolara kadar daraldı. Bu performansta yılın ilk 10 ayında turizm gelirlerinin 2020’ye göre toparlanıp, 17 milyarı bulması büyük rol oynadı.” dedi.
“Türkiye`de yoksulluk oranı %10,2`den %12,2`ye yükseldi”
Bu büyüme tablosunun yüksek cari açığa bağlı olmadığını belirten Prof. Dr.Kozanoğlu, “Öyleyse gevşek maliye politikasıyla, diğer bir ifadeyle bütçe kaynaklarına ağırlık verilerek mi elde edildi? Sorusunu sormak lazım. Bütçe verilerini incelediğimizde, vergi gelirleri ağırlıklı olarak toplam gelirlerin öngörülenden hızlı artarak Ocak-Kasım döneminde 1.272 milyar liraya yükseldiğine tanık oluyoruz. Buna karşın harcamalar 1.319 milyar lira civarında seyredince, 47 milyar liralık bir bütçe açığı rakamı ortaya çıkıyor.” dedi.
Böylelikle bütçe açığının GSYH’nin %1’ini geçmeyeceğini ifade eden Prof. Dr.Kozanoğlu, bu noktada Türkiye’nin gelişmiş ülkelerin aksine pandemi ortamında sosyal yardımlarda çok eli sıkı davranmasının önemli rolü olduğunu söyledi. “Bütçe ve fon desteklerinin 103 milyar lirada kalması öngörülüyor. Bunun sonucunda Dünya Bankası`na göre Türkiye`de yoksulluk oranı %10,2`den %12,2`ye yükseldi.” şeklinde konuştu.
Prof. Dr.Kozanoğlu normalde böyle bir büyümenin istihdam yaratması, ekonomide aşırı ısınmayı, dolayısıyla enflasyonu önlemek için para politikasının sıkılaştırılması, yani faizlerin artırılması beklendiğini ifade ederek, “Ne var ki Türkiye ekonomisi tam tersi bir görünüm sergiliyor.” dedi.
Son yıllarda kronikleşen istihdamsız bir büyümenin, en ağır sosyal sorun olarak karşımıza çıktığını anlatan Prof. Dr. Kozanoğlu, “En son açıklanan Ekim işsizlik oranı %10,7, tarım dışı işsizlik oranı 12.4, genç işsizliği ise %17,7’dir. Çalışacak yaştaki her 100 yurttaşımızın ancak 52’si işgücüne katılmakta, bu kişilerin 46,2’si iş bulabilmektedir. Her 100 gencin 33’ü, erkeklerde 44, kadınlarda 21’i istihdam ediliyor. Âtıl işgücü olarak ifade edilen eksik saatli çalışanları, büyük ölçüde iş bulma umudunu kaybettiği için başvuruda bulunmayanları da içeren âtıl işgücü oranı ise %22,8’dir.” açıklamalarında bulundu.
Peki Türkiye bu hızlı büyüme temposunu nasıl yakaladı?
Prof. Dr. Kozanoğlu, aşırı kredi genişlemesiyle insanların borçlandırılarak talep güçleri koruduğunu belirtti. Bu şekilde hızlı büyüme tablosunun yakalandığını da söyleyerek, mali olmayan kesime kullandırılan kredilerin 1.600 milyar lira artarken, en önemli sıçramanın kredi kartı bakiyelerinde gözlendiğini ve 2020 sonunda 200 milyar lira olan kredi kartı borçlarının ise 17 Aralık itibarıyla 288 milyar liraya çıktığına dikkate çekti.
“Enflasyon’un 2022’nin ilk çeyreğinde %30-35 bandında seyretmesi beklenebilir”
“Ekonomi yönetiminin düşük faiz ısrarı kredi talebini besleyen temel unsurdur. Çünkü bireyler ve şirketler bir yandan elverişli kredi koşullarından yararlanmakta, bir yandan da yükselen enflasyona karşı korunmak için taleplerini öne çekmektedirler.” diyen Prof. Dr. Kozanoğlu, Aralık ayı itibarıyla tüketici fiyatlarının %36.08, üretici fiyatlarının ise %79,89 arttığını belirterek şöyle devam etti. “Tüketici fiyatlarının 2022’nin ilk çeyreğinde %40-50 bandında seyretmesi beklenebilir. Enflasyondaki bu artış ivmesinde dünyada tedarik zinciri aksamaları nedeniyle yaşanan arz sorunları, küresel iklim değişikliğinin etkisiyle gıda fiyatlarındaki artış eğilimi gibi etmenler rol oynuyorsa da en önemli neden döviz kurlarındaki sıçramadır.”
Merkez Bankası Başkanının Mart 2021’de göreve başladıktan sonra politika faizinin enflasyonun altında kalmayacağı yolundaki açıklamalarının döviz kuruna göreceli bir istikrar kazandırdığını, ancak Eylül başında bundan böyle çekirdek enflasyonun referans alınacağı yolundaki beyanın 8,30 civarında .seyreden dolar kurunu hareketlendirdiğine değindi. Ardından politika faizinin 4 ayda 500 baz puan 8 hatta döviz kuru kanalıyla kur rekabeti sağlandığı, ekonominin cari fazlaya odaklandığı yolundaki açıklamalarının ise TL’den kaçışı hızlandırdığını ve döviz kurlarının kontrolden çıktığını anlattı.
“Küçük yatırımcıların bir kez daha elleri yandı”
Prof. Dr. Kozanoğlu 1994, 2001,2018 döviz krizlerine benzer biçimde kur artışının sürekli devam edeceği algısının, fiyatları ekonominin temellerinden kopardığı ve aşırı noktalara taşıdığını dile getirdi. Ne yazık ki trene en son atlayarak döviz alan amatör küçük yatırımcıların bir kez daha ellerinnin yandığını söyleyerek, 18 TL’yi aşan dolar kurunun, 20 Aralık’ta kur korumalı TL mevduat programının açıklanmasıyla bu kez serbest düşüşe geçtiğini belirtti. Prof. Dr. Kozanoğlu, ilginç şekilde bu türbülansın, geçmişteki örneklerinin aksine yabancı pozisyonlarının çok düşük olduğu, dolayısıyla kur hareketlerini tetikleme ihtimallerinin bulunmadığı bir konjonktürde gerçekleştiğini işaret etti. MB’nın açıklanan programı desteklemek amacıyla 7 milyar dolarlık rezerv satışı gerçekleştiğinin de anlaşıldığını ifade eden Prof. Dr. Kozanoğlu, yabancıların 20,5 milyar dolar hisse senedi ve 3,1 milyar dolar devlet içi borçlanma senedi gibi son yılların en düşük portföyüne sahip oldukları görüldüğünün altını çizdi.
Prof. Dr. Kozanoğlu, öncelikle dolar kurunun 11 lirada istikrar kazanmasının dahi, 6 Eylül’deki 8.30 kuruna göre %25 bir değer kaybına işaret ettiğini söyledi. “Bu da zaten yüksek olan enflasyonu zaman içerisinde %20-30 oranında bir geçişkenlikle, %6,6-9.9 kadar baskılama potansiyeli yaratıyor.” değerlendirmelerinde bulundu.
“Covid-19 pandemisinin yeni dalgası, döviz kurunu oynatabilir”
Prof. Dr. Kozanoğlu, TUİK’in kamuoyunda kuşku uyandıran rakamlarında bile yurt içi üretici fiyatlarının %80’e dayanması, tarımsal girdi fiyatlarının %29,58 arttığının açıklanması, düşük faiz ısrarının sürmesinin enflasyon riskini artırdığını vurguladı. Türkiye benzeri tüm ülkelerin faiz artırması, ABD dolarının faiz artışı beklentisiyle güçlenme eğilimi, başta Ukrayna ve Çin mecralı ABD-Nato kaynaklı jeopolitik gerginlikler, küresel gıda fiyatlarının artışını sürdürmesi, hepsinin başında Covid-19 pandemisinin yeni dalgası gibi dış koşulların da olumsuzluğuna işaret etti. “Bu etmenlerin hepsi döviz kurunu oynatabilir ve ithal fiyatlarının artması/ihracat kapılarının kapanması kanallarıyla ekonomiyi olumsuz etkileyebilir.” dedi.
“2022 yılına girerken kırılganlıklar devam ediyor”
Prof. Dr. Kozanoğlu son olarak, “Hazine’nin 907 milyar lira yerel para cinsi iç borcu var. Geçen haftaki gelişmelerle DİBS’ler kur riskinden korumasız kalınca faizler belirgin biçimde yükseldi. Ayrıca Hazine’nin kur riski yükümlülüğü de finansal varlıkları olumsuz etkileyince, örneğin 5 yıllık tahvil faizi %25.90 oldu. 5 yıl vadeli eurobond faizi %7.40 ve Türkiye’nin CDS primi en son 558 puanla korku verici bir düzeydeydi. Tüm bu göstergeler dövizdeki kanamaya tampon yapılsa bile, Türkiye ekonomisinin bünyesindeki risklerin giderilemediğini, 2022 yılına girdiğimiz bu günlerde de kırılganlıkların devam ettiğini net biçimde gösteriyor.” şeklinde konuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.