“SEVMEK, ÇİÇEĞİ DÜŞÜNMEK DEĞİL ÇİÇEKLENMEKTİR” – İHSAN ARI
Epeydir yazamıyorum, her zaman düşündüğüm ve yazıya dökülmesini istediğim pekçok şey yaşıyorum, ancak ya etkisi geçince önemi azalıyor ya da başkalarını ilgilendirecek bir şey değil kanısına vardığımdan olsa gerek. Yazayım demişken vazgeçmeden başladım bu kez. Kadim dostum, Facebook’ lardan, Tweeter’lardan...değil, çok önceden tanıdığım, bloğunu okuduğum sevgli İhsan Arı’ nın çok sevdiğim bir cümlesiyle başlamak geldi içimden. Zira insana dair ne varsa, evet ne varsa, sevgiden ve sevgisizlikten kaynaklanıyor bana göre. Çünkü; sevgiyle çözülemeyecek hiç bir müşkül yoktur.
SEVGİ dedim ya hani, daha doğmadan karşılaşıyoruz onunla... ya varlığıyla ya da eksikliğiyle. Kimimiz el bebek gül bebek büyüyeceği odası hazırlanıp, anneciğinin karnında sıcacık yatarken, babasının müşvik elinin okşayışını, dudaklarının değdiğini hisseder... Kimimiz de dağda taşta zor koşullarda horlanan, sopa yiyen annesinin karnına atılan tekmeden daha doğmadan nasibini alır. Doğmayı becerebilirse de göreceği çok farklı değildir. Hayat insanlara hiç bir zaman adil davranmaz. Daha doğrusu hayatın içinde varolan koşullar diyelim, yoksa başlıbaşına hayat ne yapsın ki bize? İllâ bir suçlu ararsak, hayat da deriz, kader de ama öyle değil işte. Herşey bir bütüne dahil.
Hani şu cansız sandığımız taşın bile içinde bir hareket var. Nasıl meydana geldiler biliyoruz ama ne olacakları karşılaştıkları çevresel etkilere bağlı , öyle değil mi? Kimisi peri bacası olur,kimisi ponza taşı... Kimi sütun olup tarihe kafa tutar, kimi deniz sayesinde dantel gibi işlenip bir koya dönüşür, kardeşleri de kum olup ufacık kalır. Canlı cansız herşey devamlı bir döngü içinde. Hiç bir şey durağan değil ki. Eh, biz insanlar da bu bağlamda öncelikle, varsa tabii, ana-baba kuzusu olup bilumum etkilere maruz kalıyoruz, en başından beri. Sonra öğretmenlerimiz, komşularımız, arkadaşlarımız...medya, siyasetçiler ve toplum. Hele de okumayan, yorum yapamayan, bir de içsel özelliklerinden dolayı (genetik) iyi olmayı beceremeyen bir yapımız varsa (özellikle “kötü” demedim) hoş olmayan işler yapan kişiler olup çıkıyoruz işte. Dolayısıyla eğer bir çocuk bir hayvana eziyet ediyorsa, onu eğitemeyen ebeveyne kızarım önce. Madde bağımlısı çocuğunun neden öyle olduğunu çarpıtarak anlatan anneye kızarım mesela, “neyi yoktu ki? Şımarık o” diyen babaya da. Zavallı bir kafes kuşunu yolup canlı canlı eziyet eden çocuğunu “aman ne olacak ki, kuş işte, ölürse başka alırız” diyerek savunan annenin öncelikle eğitilmeye ihtiyacı var bence. Eşini döven bir erkek görürsem, örnek aldığı babasına kızarım. Keşke kötüyü görüp iyiye yönelenlerimiz çok olsaydı. Alkolik babası hatta anne-babası olan ama içkiyle barışık olmayan, asla kullanmayan gençler biliyorum. Eşinin annesi eziyetçi olduğu için gelinine iyi davranacağına söz veren ve dediğini yapan arkadaşlarım var. Ve en güzeli de , yetiştirme yurtlarında yetişen harika insanlar tanırım, topluma yararlı ve sevecen kişilikleriyle. Ne güzeldir. İlginçtir ki bazıları toplumun ruhunu eğiten insanlardır, sorun dinleyen, çözüm üreten.
Sevgi öğrenilebilir bir şey, bu kesin. İlk öğreteceğimiz duygu sevgi olsun çocuklarımıza. Aptal kutusundan-TV- uzak kalsınlar, tabiatı sevmeyi okumayı öğretelim. O olduktan sonra gerisi nasılsa gelecektir. Sevginin olmadığı, bilinmediği bir yerde insanlar kendini sevmeyi de bilemez ve bencilliği yaşarlar. Çünkü kendini sevmeyen başkasını da sevemez. Sığ, vasat kişilikler olarak kalırlar. Kendini gerçekleştirememiş, yüzeysel yaşayan, "derinlik" dendiğinde denizden başka bir şey düşünemeyen... Hâsıl-ı kelâm "KENDİNDE SIĞINTI" insanların; yüreğinde, benliğinle bir başkasına yer verebilip, onu yoğun duygularla sarıp sarmaladığını düşünebilir miyiz? Ben düşünemiyorum ve bu sığ insanlardan öyle çok ki etrafımızda...boğulacak kadar. İnsanlar tek tek ağaçlar ise, toplum da bir orman olmalı. Ağaçlar yağmuru çağırırsa orman yakınında bir de göl olur belki. İçinde güzel bir yaşam olan... O gölün adı sevgi olsun. Sevgi olursa belki içinde güzelim bir çiçek de yayılır suyun yüzünde, kocaman bir inci gibi. Bir nilüfer... Hadi onun adı da, aşk olsun. Güzellikle, sevgiyle, insan sıcağıyla, hayvan samimiyetiyle ve doğa cömertliği ile olsun. Aşk olsun...
“Her ne istiyorsan kendinde ara!
Senin canının içinde bir can var, o canı ara!
Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!
Eğer yürüyen dervişi arıyorsan;
Onu senden dılşarda değil, kendi nefsinde ara!”
-Mevlâna Celâleddin-i RUMî
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.