Cinsellikle ilgili ezberimizde yazılı olan genellikle şudur: Erkekler sekse kadınlardan daha düşkündür. Oysa seks, kadınlar için de çok önemlidir ama onlar, bu arzularını bastırmayı marifet sayarlar. Siz de bu sınıfa giriyorsanız, değişmenin vakti gelmiş de geçiyor olabilir...
Erkeklerin sekse kadınlardan daha düşkün olduğu düşüncesi genellikle hepimize ilk anda doğru gelir. Ancak, acaba bu gerçekten doğru mu?
Libido denilen şey, sadece erkekleri dürten bir iç tepki mi? Pek değil. Hatta hiç değil. Geçtiğimiz günlerde başlığı "Yıllarca İnandığımız Geyikler" olan bir haber okudum. Haberde özetle, pek çok düşüncenin boş inanışlardan ibaret olduğu yazıyordu. Bunlardan biri de, erkeklerin her altı-yedi saniyede bir cinsellik düşündükleriydi. Biri öyle demiş, yıllarca herkes buna inanmayı tercih etmişti. Bu savı destekleyen hiçbir araştırma olmadığı gibi, aksini kanıtlayacak pek çok gerçek de ortadaydı.
Mesele erkekler değil bu sefer. Onların sekse ne kadar düşkün oldukları ya da olmadıklarıyla ilgilenmiyorum. Mesele, kadınların bu konudaki motivasyonları. Onlar seksi ne kadar istiyor ya da istemiyorlar.
Seksi düşünmeyen kutsal kadınlar
Kadının cinselliğine bakışın ne kadar değiştiğini görmek için tarih bilmek gerekmez. Sadece dönem romanlarını okumak, hatta bazen annelerimize bakmak bile yeterli. Geçen yüzyılın kadınıyla bugünün kadını arasında dağlar kadar fark var. İki kadın kahramana bakarak bile nereden nereye geldiğimizi kolayca görebiliriz. Çalıkuşu'nun kendini iyiliğe adayan bakiresi Feride ve Vurun Kahpeye'de taşlanarak öldürülen ilerici öğretmen Aliye'nin hikayeleri önceki yüzyılın kadına bakış açısını ortaya koyuyor.
Günümüzle benzerlikleri olsa da, kadın kimliklerine baktığımızda, her iki kimliğin de kendi cinsellikleriyle epeyce mesafeli olduğunu görüyoruz. Her iki romanda da kadınlar masum, cinsellikle son derece mesafeli ve toplumun yargılarına karşı savunmasızlar. Her iki romandaki kahramanın namusu da birlikte yaşadıkları toplumun iki dudağı arasında. Bu roman kahramanlarının kadınlıklarını taşıyan bizden önceki kuşağın kadınları; cinselliklerini, biraz Çalıkuşu, biraz Aliye ama illa ki Türk filmleri tadında yaşadılar. Kendilerini; erkeğin istediği, kadının nazlandığı, bekaretin çok önemli olduğu, biraz saf, masum, biraz aptal kadınlar olarak dantel örmenin güvenli ve cinsiyetsiz kollarına bıraktılar. Erkeklerle meselesi olan kadınların şuh, kafa koparıcı, fettan ve derin dekolteli olduğu yıllardı o yıllar.
Bir kadın bir erkeği istiyorsa, illa ki feleğin çemberinden geçmiş olmalıydı. O kadın masum olamazdı; şeytanla kol kolaydı. Masum kadın çocuğunu büyütür, "Bizim bey benim yemeklerimden başkasını yemez" cümleleri kurarken, fettan olan bu bütünlüğü bozmaya çalışan dışarıdaki kadındı. Fettan kadının çocuk büyütmesi, dekolte memelerinden bebek emzirmesi, bir erkekle mazbut bir hayat yaşaması düşünülmezdi.
File çorap meselesi!
Evet, şimdi zaman değişti… İki erkek arkadaşımın, file çorap ve mini etek giymiş yeni kuşak birkaç genç kıza bakarak yaptığı konuşmayı hatırlıyorum: "Abicim, ne olursa olsun file çorap ve mini etek gördüm mü kafam karışıyor. Bizim zamanımızda bu kombinasyon, sadece fahişe karikatürleri için kullanılırdı!"
Sadece giyim kuşama değil, cinselliğe bakış açısı da değişti. Şimdiki gençler önceki yıllara göre oldukça "hızlı"lar. Kadınlar cinselliği yaşamaya hem daha erken yaşlarda hem de evlilik dışı başlıyor. Üstelik ortada pek kandıran ve kandırılan yok. O halde mesele nedir? Kadınlar azdı mı? Ya da birden bire kadınlara cinselliklerini hatırlatan bir gen mi ağır basmaya başladı? Cevap, ikisi de değil elbette. Kadınlar geçtiğimiz yüzyıllarda büyük kazanımlar elde ettiler, en önemlisi kadınlıklarını yeniden keşfettiler. Hal böyle olunca cinselliğini bilen, seks istemesinin doğanın gerçeği olduğunu kabul eden, cinselliğiyle ilgili konuşan ve bunu talep eden bir kadın tipi çıktı ortaya. Bu da az bir şey değil elbette… Kimilerine göre, dünyanın çivisini çıkaran ne atomun keşfi, ne de petrol savaşları. Kadının kendi cinselliğini keşfi oldu.
Cinsel dilde problem var
Cinsellik hakkında konuşurken, "dil" kelimesini kullanmamız tesadüfi değil. Dil, düşünceyle bağlantılı ve yaşayan bir iletişim aracı. Ve düşüncedeki değişimleri bire bir günlük hayata kelimelerle aktarıyor. Cinsellikle ilgili tüm yeniliklere, düşünce farklılıklarına gelince; bu değişimler önce düşünce, düşüncenin ardından da dilde ortaya çıkıyor. Sonra giderek davranışlara ve seçimlere yansıyor. Bir zamanların hanımefendi kadınlarına gölge düşüren de bu değil mi zaten? "Canım sevişmek istiyor" diyemeyen kadınlar çoktan naftalinli sandıklarda kaldı. Şimdiki kadınların canı basbayağı sevişmek istiyor. Çikolata yemek gibi, tatile gitmeyi istemek gibi…
Ve hatta eğer canınız sevişmek istemiyorsa, bir şeyler yolunda gitmiyor olabilir. Belki hormon seviyeniz düşüktür, belki psikolojik bir sorununuz vardır. Bastırılmaya pek meyilli olan cinsellik, başınıza ciddi sorunlar açabilir. Ne tür mü? Bunu en iyi psikiyatrlar ya da psikologlar bilir ama bizim de söyleyebileceklerimiz var elbette. Mesela bu bela "büyük aşk arzusu" olabilir ya da sizi hayattan elini eteğini çekmenin bin yolundan birine götürebilir. Cinsellik dilini konuşmak istemeyen kadınların en çok öne sürdüğü gerekçelerin başında, "büyük bir aşk yaşamak istiyorum" gerekçesi geliyor. Ve pek çok kadın hayatı yaşamanın karşıtı olan bu beklentiyi ayak bileklerinde pranga gibi taşıyor. Yaşadığı her cinsellikten aşk çıkarma eğilimi yüzünden kendini mutsuzluğa mahkum ediyor. Oysa her cinsellikten aşk çıkmaz ama zevk çıkması yüksek ihtimal! Ama bu beklenti, cinsellik sonrasındaki süreci derin depresif durumlara sürüklüyor. Bunu yaşayan kadınların sayısı hiç de az değil.
Eğer bu kadınları bir araya getirmek mümkün olsaydı, sadece İstanbul'dakileri diyorum, İstanbul'un bütün meydanları "Aşk, aşk, aşk" diye tezahürat yapan kadınlarla dolardı. Aşkı idealize etmek, önceki kuşaklardan bize bulaşan bir hastalık. Hastalık haline gelmesinin nedeni ise bu idealize etme durumunun kadının aleyhine çalışan bir engel olması. Hastalık çünkü, arzu nesnesi haline gelen bir erkeği ilahlaştırarak, bütün hayatı ve hayatın veremediği her türlü coşkunluğu ondan beklemek sizce de akıl kârı mı? Hele dünya bu kadar değişiyorken… Beni hemen kalpsizlikle ya da aşka inançsızlıkla suçlamayın. Aşk var ve işleri çığrından çıkaran bir coşku seli yaratıyor kabul ediyorum. Ama aşkı idealize etmek başka bir şey. Hayatın anlamsızlığına karşılık aşkın her türlü anlamı getireceğine güven duymaktan söz ediyorum. Aşkı sihirli bir değnek gibi görmekten. Bu değneği kolayca kim kimin eline vermiş ki?
Bir kadın olarak bu bakış açısının kaynağını size şıp diye söyleyebilirim: Suçluluk duygusu. Kadınlar, geçmiş kuşak kadınların cinsellikle ilgili "kirlilik" hissini aslında bilinçaltlarında taşıyorlar. Aşk cinselliğe iyi bir gerekçe sağlayan, cinselliği affettiren kutsal bir bahane olduğu için, kendine cinselliği yasaklama eğiliminde olan kadınlar onu hâlâ aşkın koruyuculuğu ve kutsallığı altında yaşama fikrine saplanıp kalıyorlar.Onlara sadece uyanın demek istiyorum. Silkinin ve kendinize gelin! Aşk aramaduygunuz sadece kendinize, kendi cinselliğinize, hayatınıza ve dahası başkalarının, karşıt cinsinizin hayatına da koyduğunuz bir engel.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.