“Kimse cehennemdekiler kadar masum şarkılar söyleyemez...” Franz KAFKA
Merhaba,
Bugün sizi biraz eskilere götürmek istiyorum . Çok eski değil elbette, sadece bir kaç on yıl kadar. Yazıyı okuyanların yaş ortalamasını bilemem ancak mutlaka benim yaşıma yakın, bir asrın yarısından fazlasını yaşamış olanlarınız vardır. Malumunuz, eskiden mektuplarımız vardı... Kartpostallarımız, telgraflarımız, santral bağlantılı telefon beklemelerimiz... Elbette teknlojinin ilerlemesi sonucu pek çok şey daha kolay oldu ancak yine de o heyecanları özlemiyor değilim. Bir hatırlayalım. Postaneye gider telefon yazdırıp beklerdik, konuşup ne kadarsa parasını öderdik. Önemli toplantılarda uzakta olanlardan gelen telgraflar okunur, bazen alkışlanırdı. Özellikle yılbaşında deste deste kartpostallar seçerdik sokak ve caddelerde açılan sergilerden, kitapçılardan. Yılbaşı kartlarımı hep simli seçerdim, sonraları artistlerin fotoğrafı olanlarla yer değiştirdi simli kartlar. Mektup yazmayı ve almayı severdim. Onlar bazen “el izli”, bazen hoş kokulu, içinde kurumaya yüz tutmuş çiçeklerle zarflara konmuş olurdu. İnanır mısınız, halâ sakladığım mektup ve kartlarım var. (Telgraflarım da) Üzerinde binbir şarkı ismi, renkli keçeli kalemlerle yazılan aforizmalar, yapışmış fotoğraflar... da olurdu bizim zarflarda, kimselerinkine benzemezdi. Bir gün isyan etmişti postacı, “Kızım bari söyle arkadaşına da adresi yazacak kadar yeri boş bıraksın, valla okuyamıyorum” Üniversite sonuç zarfımı getirdiğinde kocaman sarılıp öptüm, o da “Aferin süslü mektup da yazıyosun, ders de çalışıyormuşsun” dediydi, hiç unutmam. Oysa o yıl dört bütünlemeyi verip gittim üniversiteye, hiç ders çalışmazdım ben.
Geçenlerde kitaplarımı gözden geçirirken hazinemin bir kısmına göz attım. Evet, sevgili Ahmet (Nesin) bir gün deposunu boşaltırken, “ Suna bak ne diyorum, sen mektup-günlük-biyografi -deneme seviyorsun, sana bu serileri hediye edeyim” deyip edebi bir tür olan meşhurların mektuplarından bastıkları çok özel seriyi de vermişti başka serilerin yanında ... Gözüm gibi bakarım. Düşün yayınevinin 83 basımı mektup serisi. Kimler yok ki... Joyce’ dan Baudelaire’ e, Voltaire’ den Mallarme’e , Hemingvey’den Exupery’e, Voltaire’den Einstein’e kadar ne mektuplar ne mektuplar... Onları kitaplıktan tekar elime alınca aklıma geldi böyle bir yazıyı yazmak... Elbette mektupları yazarken o çok sevdiğim Rosa Lükxembourg mektuplarından söz etmemek eksik olurdu, onunla başlamayı düşünüyorum yapacağım bir kaç alıntıya... Her ne kadar artık mektuplar elektronik maiiler, telefon sohbetleri halini almış olsa da biz her zaman onların aslını yaşamış kişiler olarak şanslı sayacağız kendimizi... Ne dersiniz? İyi ki yaşadık mektuplu günleri, iyi ki...
Rosa Lüxemburg, kıymetli kadınlarımın sadece bir tanesi, dünyayı değiştirmeye çalışırken aşkı ve tutkuyu da ertelemeden yaşayan bir kadın. Gördüğü anda etkilendiği bir Leo Jocighes’i var. Arada başkaları olsa da ömrünce onu sevmiş. Rosa ve Jocighes...Çok med-cezirli bir ilişki onlarınki. Sanırım aşk varsa öyle oluyor, yoksa sakin akan bir su gibi yaşanıyor hayat. Sevgilisine, erkek çocuğuna kullanılan bir sözle hitabediyor Rosa; “Dyodyo” (Kadınlar sevdikleri erkeklere, “kedim, maymunum” da der, “nefesim, güneşim” de... Zaten kendi dili olmayan, iki kişilik bir aşk var mıdır ki? Elbette yoktur.)
“Dyodyo! Hiç bitmeyecek mi bütün bunlar? Sabrım tükenmeye başladı; işlerden değil, senin yüzünden! Neden buraya gelmedin ki! O tatlı dudaklarından bir öpebilseydim, bütün bu işler vız gelirdi bana. Bebeğim, bugün, Warskilerde bildiriyi tartışırken, tam orta yerinde, öyle bir ezildi ki ruhum, seni öylesine özledim ki, az kalsın çığlık çığlığa bağıracaktım. Korkarım o dostumuz şeytan - hani o Cenevre'deki, Bern'deki - bu gecelerden birinde yine kanıma girecek ve beni doğruca Doğu Garı'na, Dyodyo'ya, benim Dyodyo'ma, Çuçya'ma, benim biricik dünyama, beni kendi hayatıma geri gönderiverecek!”
15 yıldan sonra ayrılırlar tabii ki siyasi ilişkiler ve dostluk yüzünden yine mektuplar sürer, ancak “Bay Jocighes” şeklinde hitapları var onların, maalesef, iki yıl arayla da öldürülüyorlar zaten...
Madam Aupick ve Baudelaire; evet onlar da bir çift ancak farklı bir sevgililik onlarınki, ana-oğul aşkı. Her aşk gibi bazen inciten bazen onaran. Babasının ölümünden sonra annesinin eşi olan generalin baskısı ve annesini paylaşamama durumu ömrünce etkin olmuş ve mektuplarının en özellerini annesine yazmış Pierre Charles BAUDELAIRE. Annesi hayatında çok önemli bir yeri olan kadındır. Ona ingilizceyi öğreten ve (Allen Poe çevirisi yapacak kadar iyi) iyi de bir eleştirmendir ona göre. Babasından kalan miras parasını dahi, vasi tayini ile almak zorunda kalması (içtiği için) onu çok üzmüş ancak ölene dek annesiyle ilişkisini koparmamış Charles... Annesine yazdıklarından küçücük bir alıntı:
“Sevgili anneciğim, anlatacağım çok şey var. Mektubu getiren M. Ancelle de her şeyi biliyor. Allaha şükür son zamanlarda, daha doğrusu son iki ay içinde onunla sık sık görüşüp tartışabildik. Herşeyden önce sizi görmek istiyorum; oysa siz bir yıldan çok oldu, bunu benden esirgiyorsunuz; sanırım bana olan öfkeniz hızını aldı, yatıştı. Size karşı davranışlarımda, sürüp gidemeyecek gerçekten anormal, gerçekten küçük düşüren bir şey var. Bu yalvarmalarımla yetinmiyorsanız cömertlikte bulunun hiç olmazsa. .. Tam ihtiyar sayılmam ama kocamaya yüz tuttum. Ararmızdaki bu durumu uzatıp sürüklemeniz, bu hususta direnmeniz olacak şey değil: her taraftan çeşitli hakaretlere uğruyorum; hiç olmazsa siz eksik olun... ...” -20 Aralık 1855- Evet, bu mektuplar böylece sürüp gidiyor kitap boyunca... Kitapta 26 Mart 1866 da annesine son mektubu var...
“Sevgili anneciğim, madem ki hemen cevap vermemi istiyorsun, bil ki durumum iyi değil, imzamı bile büyük güçlüklerle atabiliyorum. O da yalan yanlış oluyor. (...) Ancelle beni götürmeye gelmesin, istemiyorum. (...) bütün doktorlar, dostlarım altı ay bütün edebiyat işlerimi bir tarafa bırakmamı, tam bir kır hayatı sürmemi istiyorlar. (...) Sen nasılsın? Seni kucaklarım. Charles...”
Görüldüğü gibi artık “siz” değil, “sen” diyor... Bu bariz fark Fransızcada önemlidir. 1867 de hayatını kaybetti Baudelaire, felçliydi... Kitaptaki mektupları okurken o parasızlıkları yaşatan anneye çok kızdığımı söylemek zorundayım, hiç de geçmedi o kızgınlığım ve her şeye karşın annesine olan sevgi ve saygısının bende yarattığı şaşkınlığım... Wagner’ e yazdığı bir mektuptan da bir-iki cümleyle onun mektuplarına son verelim. Richard Wagner’e;
“(...) Size tekrar tekrar teşekkür ederim. Kötü anlarımda beni yükselttiniz, kendime getirdiniz...” der...
Mektuplar... Öyle güzel öyle çoklar ki... Mallarme’nin sadece şiir üzerine bile mektupları mevcut..
Hemingway’in çeşitli yazarlara ve siyasetçilere olan mektupları var... “Sayın senatör Mc Carthy, Senin iyi bir birlikte bulunduğunu biliyorum ve gerçekten kötü yaralanmış olmalısın, fakat senatör, açıkça bazı vergi verenlerin ahlaklarını bozuyorsun.(...) Gerçekten, nerede adam, tavşanla dövüşecek kadar yüreğin olduğunu sanmıyorum.”
Benim en çok sevdiğim mektuplar çoğu kadının da sevdikleridir sanırım. Kafka’dan Milena’ya olanlar... Son sözler o mektupların olsun mu? Keşke diyorum, Milena kendininkileri yaktırmasaydı da onları da okuyabilseydik...
–Prag, 26 Ağustos 1920-
“ (...) En sonunda diğer mektubunu okudum ama “buna cevap vermeni istemiyorum” cümlesinden başladım. Bu cümle öncesi ne yazılmış olduğunu bilmiyorum amaseni kalbimin derinliklerinde taşıdığımı gösteren bugünkü mektubunu okumasam da doğru olduğuna eminim, hattâ bir gün aleyhime kullanılacak olsalar bile. Kötüyüm Milena, sürekli kötüyüm. Bu masumiyet konusunda bu kadar bağırmamın nedeni sadece bu. Kimse cehennemdekiler kadar masum şarkılar söyleyemez, bizim meleklerin söylediğini düşündüğümüz şarkılar aslında onların şarkısıdır.
Kenar notu: Her halde artık denize girmiyorsun. Evinin görüntüsünü gönderecektin?...”
Evet edebiyat ve sanat dünyasının bilinen en güzel aşklarından Milena-Kafka aşkı böylece sürüp gitmiş mektuplarla. Belki de tam olarak birlikte yaşayamamanın getirdiği bir güzelliktir, kim bilebilir?
Mektup duygusallığında kalplere denk gelmeniz dileğiyle...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.