Geçen yıl bir haber okumuştum ve Mart ayını sabırsızlıkla bekliyorum. Yazı Yerebatan Sarnıcı hakkında idi. Aslında yaşadığım süre boyunca, tarihin “tarih” olan kısmı beni pek ilgilendirmedi. Laf aramızda lisede tarihten geçer not almak için o hocamın çalıştırdığı folklor ekibine girmiştim. Ben öğrenmem gereken tarihin dışındaki şeylerle ilgilenirdim ve asıl olayı kaçırırdım hep. Meselâ bir savaşın nedeni ya da sonucu değil, savaşa giderken söylenen bir söz, giysiler, ilginç bir anektod daha çok ilgimi çekerdi. Bu yüzden benim için tarihin “yaşandığı” o yerleri görmek hep daha keyif verici oldu, onları okumak yerine. Özellikle ilgimi çekerse tarihini de okurum, bulursam bir roman olarak tercihimdir. Bir arkadaşıma bir anımı yazmam gerekiyordu, bu sayede biraz da tarih okuma gereği duydum ama itiraf ediyorum ki bu tarih de mitolojik bir tarih oldu... Neyse...
M.S. 542 yılında Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından yaptırılan dünyanın en eski su sarnıcı olan Yerebatan, 1985 yılında temizlenme çalışmalarına başlanarak, 1987’de tamamlanıp İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ziyarete açılmıştı. Düşünsenize, yaklaşık 1500 yıllık bir tarih! Açıldığında orayı ilk ziyaret edenlerden biriydim. Daha önce içinde su olan halini de fotoğraflardan görmüştüm. O Medusa başlarını “sütun altlığı” olarak görmek inanılmaz etkili idi benim için.
Önce Bizansın kabalığına kızdım, sinirlendim. Sonra, bu olayın önceden bilinmeyip, temizlendikten sonra görülmesi çok ilginç geldi bana. Üstünde epey düşünmüştüm o zamanlar. Uzun yıllar da o duygu öylece kaldı. Şimdilerde daha derinlemesine bakıyorum ve hakkında ne görürsem okuyorum. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim: Tarihî yerleri gezerken gördüklerimden, beni en çok etkileyenlerden biridir bu sarnıç ve o sütunun Medusa başlı iki kaidesi... Neredeyse İskender büstü kadar. “Neredeyse” dedim, zira Anadolu Medeniyetleri kapsamında gördüğüm İskender büstünün başında hilafsız iki saati aşkın durmuşluğum vardır. (Abartısız, birlikte olduklarım koca sergiyi gezip beni beklemek zorunda kalmıştı. ) Sarnıcın Kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan bu Medusa başları Roma Çağı heykel sanatının şaheser örneklerinden tabii ki.
Sarnıcı ziyarete gelenlerin hayretler içerisinde seyrettikleri IV.yy. ait bu başların hangi yapıdan alınarak buraya getirildiği konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte Genc Roma Çağı'na ait antik bir yapıdan sökülerek buraya getirildiği sanılmakta. Bizansın yaptığı her bina gibi bu sarnıcın da antik Roma uygarlığına ait yapılardan taşlar ve mermerler sökülerek yapılan yerleri var elbette. Bir basilikanın üstünde olduğu için “Basilika sarnıcı” da denilen sarnıçta 9 m. yüksekliğinde 336 tane sütun bulunmakta. 41 tanesi kapalı kısımda diğerleri görülebiliyor. Bu sütunlardan sadece iki tanesi Medusa başlı, biri yan biri de tam ters olarak kullanılmış . Osmanlılar da fetihten sonra belli bir süre bu sanıcı kullanmışlar ama “akan su” sevdikleri için terketmişler taa ki Venedikli bir kaşif yeniden hatırlatana kadar... Bir restorasyon geçirmiş Osmanlı zamanında, bir de Cumhuriyetin 1985 te yaptığı var, iki yıl süren işlem, benim bildiğim restorasyon. 50.000 ton çamur temizlendikten sonraki haliydi o yıllarda gördüğümüz. Ne kaygan zemindeki her an düşmeye hazır halimiz ne de tepemizden damlayan sularla birlikte soluduğumuz nemli koku bu büyülü ortamı bozamamıştı. Sonraki gidişimde bir kafeterya bile vardı. Bu yıl, 11 Martta yeniden açıldığında değişen zemini ve girişi görmeye yine giderim elbette. Merakla bekliyorum, dilerim dedikleri zamana yetişir. Ve tabii dilerim restorasyon faciası görünümünde olmaz.
“Medusa” dedim durdum, söz açılmışken, biraz da onlardan söz edelim mi artık... Medusa'yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok söylenti bu yapıyı daha da gizemli kılıyor.
Medusa çok güzel, siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdır. Athene’ nin tapınağında onun hizmetini görmektedir. Zeus’ un kızı Athene Poseidon’ u sevmektedir. Güzeller güzeli Medusa’yı da kıskanmaktadır. Haksız değildir bu konuda ancak Poseidon onu en güzel kendisinin olduğuna ikna eder. Oysa denizler tanrısı Poseidon da Medusa’ yı Athene’ nin tapınağında görüp hayran kalmıştır. Bir gün kendine hakim olamaz ve ona zorla sahip olur hem de Athene’nin kendi mekânında... Athene şüphelenince bir şekilde gerçeği öğrenir... Bunu öğrendiğinde, kıskançlık duygusu ağır basan Athene onu çirkin ve kötü bir canlı haline getirir. Üstelik diğer kızkardeşlerini de çirkin canavarlar haline sokar. Athene Medusa'nın saçlarını korkunç yılanlar haline getirir. Köpek-ya da domuz- dişli, ölüm simgesini yüzünde taşıyan bir canavardır artık ve her kime bakarsa, baktığı kimse lânetinden taş kesilir. Perseus genç bir kahraman ve Athene’nin de üvey kardeşidir, onun canavar haliyle de yetinmeyen Athene’ nin istediğini yapmak zorunda kalır. Medusa'nın büyülendiğini düşünerek ona bir rivayete göre kılıcıyla bir rivayete göre aynayla yaklaşarak (kalkanını ters tutarak yaklaştığını da okudum) ilgisini kendisine bakmasın diye dağıtıp başını keser. Ancak Poseidon’dan hamile kalan Medusa’dan o hep bildiğimiz “kanatlı at Pegasus” ve “Chrysaore” dışarı fırlar. Başından dökülen kan damlaları birer yılana dönüşür. Başı kesilse de Medusa’nın öldürücü büyüleyici özelliği geçmediğinden, -nasıl bir özellikse artık- kesik başı eline alarak savaşlara katılan Perceus girdiği tüm savaşları kazanarak ergen olarak girdiği savaşlardan artık bir yetişkin olarak çıkar... Başı görenler taş kesilir ve Perseus girdiği tüm savaşların galibidir. Hikâyenin sonunda Medusa'nın başının Athene'nin zırhında bir imgeye dönüşmesinde şiirsel bir nitelik vardır. Ne de olsa, bu zavallı genç kız Athene'nin kurallarına uymadığı için bu büyük felakete sürüklenmiştir. Hem hizmet et, hem tecavüze uğra, hem cezalandırsınlar hem de öldürsünler. Dünyanın adil bir yer olduğunu kim söylemiş ki zaten? İlk gülen de son gülen de Athene olmuştur. Medusa hikâyesi dönüp dolaşıp aynı noktaya gelmiştir. Efsanesi başladığı yerde yani, antik Yunanistan'ın en büyüktapınağı Panthenon'da bitmiştir. O başı en son Athene’ye armağan eder Perceus. O günden bugüne de Medusa başını ters ya da yan yatırılmış olarak kullanmak bilinen bir Bizans davranışı haline gelmiştir, binalardan veya herhangi bir yerden kötülükleri savuşturmak adına. Ne denir ki? İşte bizansın kaidede kullandığı başlar da bu sebeple ters ve yandır. Yoksa kasıtlı ya da cehaletten değil.
Normal pozisyonda çalışılmış olan bir Medusa başı da vardır ve Didim'den getirilmiştir.
Medusa efsanesi bizleri yaklaşık 3000 yıldır büyülemektedir. Bugün bile görüntüsü hâlâ, dünyanın her yerinde akıllarda hemen canlanıverir. Antik Yunanistan'da, efsaneler sayesinde karışık dünya anlamlanıyordu. Hikâyeleri tarihi kaydetmiş, doğayı açıklamışve insanlara yaşam biçimi aşılamıştır. Efsaneler topluma mutlak bir ders verir ve bir düzen kurmalarına yardımcı olurlar. Efsaneden gördüğümüz gibi tanrısal bir güce de sahip olan asiller ya da güçlü elit sınıf diyelim, (tanrısaldır burada gördüklerimiz ) her halükârda istediğini elde eder ancak diğerlerinin gücünden de kendi adına yararlanarak. Yani güçsüzü ezerek, hattâ yok ederek, onun gücünü elde ederek... Çok şey değişti mi dersiniz o günden bugüne dek? Sanmıyorum, keşke değişmiş olsa idi.
*Ola ki merak eden olursa diye küçük bir ek yaparsam; hani, “kimdir bu Perseus?” diye soran olursa... Perseus, Zeus’un bir ölümlüden olan oğludur ve apayrı bir hikayesi vardır. Annesi tutsak iken çapkın Zeus “Altın yağmuru” şekline girip onunla yatmıştır. Bu yüzden Ağustosta görülen meteor yağmuru Perceus adıyla anılır. Yani Perceus, Zeus’un kızı Athene’nin üvey kardeşidir. Yaşadığı adadaki krala güç göstermek zorunda olduğu için Medusa’yı öldürme işini seçmiştir, zorunlu olarak, o da yoksuldur zira. Neyse, uzun hikaye... Başarmış ve adı hiç unutulmamış, sayılı kahramanlar arasında anılmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.