Son dönemlerde adını çok sık duyduğum ve İstanbul’a yakın, ideal kamp alanlarındanİğneada. Bu kadar sık duymuşken, yüklendik çantaları daha fazla vakit kaybetmeden. Ulaşım, konaklama, yeme içme, aktivite gibi konularla ilgili tavsiyelerden önce nedir bulongoz ormanları ondan bahsedeyim.
Bir diğer adı ‘Subasar Ormanı’ olan Longoz; derelerin taşıdığı doğal malzemelerinzaman içinde dere ağzını kapatarak oluşturduğu ve içinde çok değerli bitki ve birçok canlının yaşadığı eko sistemdir. Daha basit haliyle şöyle anlatayım. Bir bataklık düşünün. Bu bataklığın içinden yükselen çok çeşitli bitkiler ve ağaçların oluşturduğu koca bir orman... Ayrıca içinde hem orman hem de irili ufaklı yedi göl barındıran, 2007 yılında kurulmuş ve Türkiye’nin 39'uncu milli parkı olan; İğneada Longoz Ormanları Millî Parkını da adımlamış olduk.
Mert Gölü'nde kamp
Bir gece iki gün kaldık İğneada’da. Sabah ilk otobüsle düştük yollara İstanbul’dan. Bu kez kuzenim Dursun eşlik etti bana. Dört saatlik yolculuğun ardından son durak İğneada’ya vardık. Merkezde kurulan pazarı gezdikten sonra öğle sıcağında kamp atacak yer aramaya koyulduk. Sorduğumuz birkaç kişi aynı yeri işaret edince; Mert Gölü’ne çok yakın bir alana attık kampımızı.
Alan mesire alanı olup, tesis ya da benzeri bir şey şöyle dursun yalnızca tahtadan yapılmış iki baraka tuvalet var. Bizim dışımızda sadece üç çadır daha vardı. Ortalığın sessiz sakin olması ayrı keyifliydi tabii. Resmen kafa dinledik, huzur depoladık. Ağaçkakanları seyretmek ve dinlemek de ayrı bir keyifliydi.
Öğle vakti, yerleştik derken, mis gibi bir uyku çekiyoruz akşam dörde kadar. Normalde gündüz uyuyamayan ben deliksiz bir uyku çekiyorum. Akşam serinliği; Dursun’u uyandırmadan çadırın önüne atıyorum sandalyemi, açıyorum kitabımı, uykudan sonra. Elimde Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın... Keyfim yerinde.
Temiz havada İğneada keşfi
Merkeze 20 dakika kadar uzaktayız. Haritaya baktığınızda göreceksiniz, İğneada bir sahil beldesi. Dolayısıyla bir tarafı Karadeniz. Merkeze varınca deniz kenarındaki kafelerden birine oturuyoruz. Havaya aldırmayıp hâlâ denize giren insanlar var. Birkaç saat orada geçirdikten sonra meşhur Rumeli Köftecisi’nde akşam yemeğimizi yiyip, çadırın yolunu tutuyoruz. Alış verişimizi yapıp geri dönüyoruz. Sonrası minik bir kamp ateşi eşliğinde, gece kuşları korosu, yıldızlar ve sessizliğin büyüsü...
Yeni güne uyanıyoruz. Saat 10.00. Akşama dönüş var. Bugünkü program uzunca bir orman yürüyüşü ve evden getirdiğimiz poğaçaları mideye indirmek. Bizim de tatil anlayışımız bu. Sırt çantası, çadır, otostop ve anne poğaçası... Seyahat etmek için zengin olmaya gerek yok. Keyifli bir yürüyüşün ardından, kendimizi sahile atıyoruz. Sahilde yürüyüşün dışında, kano, deniz bisikleti kiralayıp, Mert Gölü’nün içine doğru kürek çekebilirsiniz.
NASIL GİDİLİR?
İstanbul’dan dört saat süren otobüs yolculuğunun ardından İğneada’ya varacaksınız. Ancak öncelikle şunu belirtmeliyim ki gelebiliyorsanız arabayla gelin. Biz otobüsle geldik ve İğneada dışında görülmesi gereken yerleri göremedik. Kıyıköy, Demirköy, Dupnisa Mağarası görmek istediğimiz diğer yerlerdi. Bizim gibi otobüs tercih edecekseniz eğer bilet fiyatı: 35 TL.
NEREDE KONAKLANILIR?
İğneada’ya geldiğimizde en çok dikkatimizi çeken, neredeyse her apartman ya da müstakil evin kapısında ‘oda bulunur, pansiyon bulunur’ yazısı görmek oldu. Anladığımız kadarıyla, aileler evlerinin bir odasını günlük kiraya veriyorlar. Bunun dışında tam merkezde İğneada Resort var. Sanırım biraz pahalı. Yine pansiyon olarak hizmet alabileceğiniz tesisler de mevcut. Ama benim tavsiyem tabi ki çadır, mat ve uyku tulumu kombinasyonu. Bu seçenek size sayısız yıldız ve mis gibi bir havayı ücretsiz olarak sunuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.