Behçet hastalığı vücutta birçok sistemi tutan ve nadir görülen bir hastalık. İlk olarak 1937’de Türk dermatolog Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından, ağızda aft, genital ülser ve üveit (gözün iltihabi hastalığı) birlikteliği olan bir sendrom olarak tanımlandığı için onun adı ile anılıyor.
Türk Oftalmoloji Derneği, Behçet hastalığının en çok görüldüğü ülkelerden birinin Türkiye olduğunun altını çizerek uyarılarda bulundu.
Türk Oftalmoloji Derneği Uvea-Behçet Birimi Başkanı Prof. Dr. F. Nilüfer Yalçındağ, “Behçet hastalığının tarihi İpek Yolu boyunca yaygınlaştığı düşünülüyor. Tarihi İpek Yolu, Akdeniz’in doğu kıyılarından başlayıp Hazar Denizi’nin güneyinden geçerek, Orta Doğu ülkelerinde sonlanmaktadır. Günümüzde hastalığın en sık görüldüğü ülkeler; Türkiye, Uzak Doğu ve Orta Doğu ülkeleridir. Bu ülkeler arasında da en sık ülkemizde görülmektedir. Hastalık kadın ve erkekleri eşit oranda tutuyor ve en sık 20-40 arası yaşlarda karşımıza çıkıyor. Genç nüfusu etkilemesi nedeniyle önemli bir hastalık. ” dedi.
Behçet hastalığının başlıca tutulum yerlerinden biri de gözler
Yalçındağ sözlerine söyle devam etti: “Hastalığın kesin sebebi bilinmemekle birlikte, genetik bir zeminde, çevresel faktörlerin de etkisiyle geliştiği düşünülüyor. Behçet hastalığının sık görüldüğü ülkelerden daha nadir olarak görüldüğü ülkelere göç edenlerde, Behçet görülme oranı düşmektedir. Bu da çevresel faktörlerin Behçet hastalığında önemli bir yer aldığını destekliyor. Behçet hastalığı ağızda aftlar, genital ülserler, üveit ve bazı deri bulguları ile karakterizedir. Bunlar dışında eklemler, mide bağırsak sistemi, damarlar ve beyin de tutulabilmektedir. Behçet hastalığı için tanı koydurucu bir laboratuar bulgusu yok. Tanı klinik bulguların değerlendirilmesi ile konuluyor. Deri ve mukoza bulguları en sık görülen bulgular ve hastaların büyük bölümünde sistem tutulumlarından önce çıkar. Deri ve mukoza bulguları dışında hastalığın başlıca tutulum yerlerinden biri de gözlerdir. Behçet hastalığında göz tutulumu, klinik çalışmalarda yüzde 50-70, epidemiyolojik çalışmalarda yüzde 20 civarında bildirilmektedir. Ülkemizde yaptığımız çok merkezli bir çalışmanın sonuçlarına göre, tüm üveit hastalarımızın yüzde 25’ini Behçet üveiti olan hastalar oluşturmaktadır.
Genellikle her iki gözü etkiler
Erkeklerde göz tutulumu kadınlardan daha sıktır ve daha ağır seyreder. Erkek hastaların yaklaşık olarak 2/3’ünde göz tutulumu meydana gelir. Göz tutulumu genellikle hastalık başlangıcından sonraki 2 ile 4 yıl içinde meydana gelir. Ancak Behçet hastalığı tanısı bazen göz hastalığının başlaması ile birlikte konulur. Bunun sebebi daha önceden mevcut olan ağızda aft gibi bulguların hastalar tarafından önemsenmeyip, hekime başvurmamalarıdır.
Behçet hastalığı gözde üveit denilen, tekrarlayan ataklar ve iyileşme dönemleri ile seyreden göz içi iltihabı yapmaktadır. Üveit oldukça geniş kapsamlı bir kavram olup, çok çeşitli hastalıklarla ilişkili olabilir. Behçet hastalığına bağlı üveiti diğer üveitlerden ayırt etmemizi sağlayan karakteristik göz bulguları vardır. Behçet üveiti, iltihabi bulguların ani olarak başlaması, takiben iyileşmesi ve tekrar nüksetmesi şeklinde tipik bir seyir göstermektedir. Ancak bu atakların her biri gözde az ya da çok bir hasar bırakabilmekte ve görmeyi tehdit eden komplikasyonlar gelişebilmektedir. Hastalar genellikle gözde kızarıklık, bulanık görme veya görme kaybı, uçuşmalar, gözde ve göz çevresinde ağrı şikayetleri ile başvururlar. Gözün arka kısmını tutan üveitte ise gözde kızarıklık olmadan ağrısız görme azalması ve uçuşmalar olur.
Behçet hastalarının gözünden şikayeti olmasa dahi 6 ayda bir göz muayenesi yaptırması önerilir. Eğer göz şikayeti olursa derhal doktora başvurmalıdır. Üveit tanısı konmuş olan hastaların kontrol muayenelerinin sıklığı ise hastalığın aktivitesine ve kullanılan ilaçlara bağlı olarak değişir.
Üveitli hastalarda iltihap belirtilerinin hızlı bir şekilde baskılanması ve kalıcı yapısal değişikliklerin oluşmasının önlenmesi için tedavinin derhal başlanması gereklidir. Tedavinin bir diğer amacı da atakların sıklığını ve şiddetini azaltmak ve sonuçta hastanın görmesini korumaktır. Düzenli aralıklarla yapılan takip muayeneleri; hem hastalık belirtilerinin kaybolup kaybolmadığı, herhangi bir komplikasyon gelişip gelişmediği hem de ilaç tedavisinin şeklinin, dozunun ve yan etkilerinin belirlenmesi açısından önem taşır.
Stres, aşırı yorgunluk ve ateşli hastalıklar üveit ataklarını uyarabilir. Özellikle ilaçların önerildiği şekilde ve düzenli olarak kullanılmaması hastalığın alevlenmesine yol açabilir. Olayın bu boyutu göz önüne alınarak tedavinin düzgün olarak yapılması ve doktorun önerisi dışında kesilmemesi gerekmektedir. Tedavi edilmeyen üveit atakları sonucu gözün özellikle arka tabakalarında meydana gelen hasar nedeni ile kalıcı görme kayıpları oluşabilir. Ancak erken teşhis ve tedavi ile hastaların çoğunda görme iyi düzeyde korunabilmektedir. Son yıllarda yeni tedavi seçeneklerinin kullanıma girmesi ile görme sonuçları geçmişe oranla daha iyi olmaktadır”.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.