Bu yıllar da ne çabuk geçiyor!
Gökyüzündeki bulutlar gibi,
Dur desek duracak sanki...
Her yıl, bir önceki yıla özlem duyuyor insan. Belki de çocukluğuna...
Daha mı mutluyduk o yıllarda yoksa, biz mi zamanın hızla akıp gitmesini istemiyoruz.
Çocuktuk...
En yakın mahalle okullarına elimizde sıcaklığını hissettiğimiz anne ve babalarımızla, bize verdikleri güven duygusuyla giderdik.
Zamanla ''artık sen arkadaşlarınla gidip gelebilirsin.'' dedikleri ana kadar.
Ve biz birbirimize, seslene seslene düşerdik okul yoluna. Soğuk havalarda ve lodosta uyarırlardı bizleri, ''saçak altından gitmeyin, buz düşer, kiremit düşer kafanıza mazallah'' diye...
Okuldan eve gelince, kapıda sıcacık gülümsemesiyle bizi karşılayan annemiz,
İçerden misss gibi gelen, özenle hazırlanmış poğaça, kurabiye, kek kokuları ve tatlı bir huzur,
Bacası tüten sıcacık sobamız...
Sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın sesiyle mutlu, huzur dolu uykuya dalış... Üşümeyelim diye üzerimizi usulca bir battaniye ile örten anne eli...
Aynı apartmanda, aynı çatı altında, sanki bir evde yaşıyormuşcasına, bir kahve bahanesiyle toplanışlar ve atılan şen kahkahalar...
Saatlerce yapılan sohbetler, geçmesini istemediğimiz dakikalar...
Cep telefonu yok, bilgisayar yok...
Evlerde çevirmeli telefonlar, televizyon, radyo, teyp, o da her evde yok.
Hatırlıyorum da en mutlu olduğumuz anlardan biri, haftada bir kez gelen gezici kütüphaneydi. Her hafta yeni bir kitap alıp okumak için, sabırsızlıkla onun gelmesini beklemekti. Sokak aralarında özgürce, korkusuzca arkadaşlarımızla oyun oynamaktı. Tabi kaçınılmaz olan, rol bile yapsanız olmazsa olmaz, öğle uykusundan sonra.
Şimdi bu satırları okurken birçok arkadaşım paylaştıklarımızı hatırlayacak, gülümseyecektir gözleri... Öyle kalabalık olurduk ki, top oynar, ip atlardık. Komşu teyzemizin bahçesinden, ağaç tepesine çıkıp dut yerdik.
Hele bir de kış geldiğinde, alırdık tahta kızaklarımızı, ellerimiz, ayaklarımız donuncaya kadar bayırdan kayardık özgürce...
Horoz şeker, sütsal dondurma, bici bici muhallebi, hissetmediğimiz yorgunluğumuzu alırdı üzerimizden... Jelibon şekerler yoktu o zaman.
Bir arkadaşımız, Almanya'da yaşayan babasını yaz tatıllerinde özlemle beklerdi, biz de babasının getirdiği jelibonları...
Dizler yara, dizler kabuk...
Büyüklerimiz için zor günlerdi belki de.
Çocuklarımızın bugün sahip olduğu birçok şeye sahip değildik. Arkadaşlarımızla sanal ortamda değil, sokakta buluşur oynardık, ama çok mutluyduk.
Güven vardı. Endişe, kaygı nedir bilmezdik. Evlerimizin altındaki sıra sıra dükkanlar, hepsi birer amcamız, teyzemizdi.
Herkes birbirini tanır, sevgi ve saygıyla selamlardı.
Sokaklar güvenli, insanlar anlayışlı, merhametli, vicdanlı, sevgi doluydu.
Şimdi her şey var da, galiba en önemlisi güvenli ortamlar, nitelikli, sevgi dolu insanlar yok...
Maalesef!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.