Merhaba canlar,
Bir şeyler yazmayalı yine epey zaman geçti. Ama güzel şeyler paylaşmak için biraz da bilerek geciktirdim. Tabi ki çok mecburen yine kısaca değineceğim ama olsun...
Geçtiğimiz haftadan önce, bir turizm firmasının kültür turuna katılarak teyzemle birlikte Yunanistan’a gittik. Orayı görmeyi çok istiyordum kendi adıma, teyzem zaten çok kereler görmüştü. Dedem Selânik-Yenice’li, mübadele göçmeni olarak gelmişler oradan. Hattâ bir de Maria adında sevgilisi varmış da apar-topar kaçırmışlar gibi onunla evlenmesin diye. Ömrünce (çok içtiği için ancak 69 yıl yaşadı) Selânik ve Maria’sını anlatıp durdu bize. Hep çok merak ederdim. Oradaki kadınların güzelliğini görünce de ona hak verdim. Gerçekten çok güzellermiş. Eh, bir de doğduğu yer olunca, haklıymış...Ruhu şâd olsun dedeciğimin ve sevgili Ata’mızın da...O da o topraktandı.
Meriç’i geçtikten sonra Kipi sınır kapısında ilaçlı bir sudan geçirip öyle alıyorlar otobüsü, rehberimizin dediği gibi aşağılayıcı bir işlem. Bir süre sonra da Selânik’teydik artık. İlk gün Selânik, sonraki iki gün Atina ve son gün de Kavala-Gümülcine-İskeçe ziyaretlerimiz oldu. Gerçekten bir daha hiç bir yerde göremeyeceğim şeyler gördüm. Bilmediğim öyküleri ve yer hikayelerini öğrendim. Rehberimiz çok iyiydi, gezilerde büyük bir şanstır. Bundan sonraki gezide de o varsa giderim. Selânik çok güzel bir şehir. Eğer İzmir’i biliyorsanız hiç yabancılık çekmezsiniz. Tıpkı orası gibi. Onlar “Tselenoki” diyorlar. İzmir’e “Smyrna”, İstanbul’a da hâlâ “Constantinapoli” dedikleri gibi. Yunanistan belli bölgelere ayrılıyormuş. Selânik, Makedonya bölgesinin önemli merkezi. Önce Aya Dimitri kilisesini görüp geçmişini öğrendik. Roma döneminde(4.y.y.) işkenceyle öldürülen birisi imiş Dimitri, aziz ilan edilip bir kilise yapılıyor. Osmanlı 1430’da kılıç hakkı olarak camiye çeviriyor, sonra 1912’de tekrar kilise oluyor. Selânik’ te Atatürk evini de gezdik elbette, çok etkilendik. 1933’ de hediye etmiş hükümet Atatya orayı, o da 1937’de tekrar onlara vermiş, müze olarak kullanılıyor. Oranın ziyaretinden sonra da Zincirlitepe’ye gidip panoramik fotoğraflar çektik. Larissa’yı gördük. Osmanlıdaki adı Yenişehir. Tamamen ova, pamuk ekimi var. Ama işlemiyorlarmış.
İkinci bölge Teselya ve burada Meteora kaya manastırları var. 1989 da dünya mirası olarak kayıt altına alınmışlar. 20-24 manastırdan 6 manastır sağlam kalmış...9. y.y. da Paganlardan korunmak için mağaraya çekilen keşişlere Türklerden de korunsunlar diye 12. y.y.da Bizansın yardımı ile yapılmış bu manastırlar. 150 yıl içinde tamamlananı bile var. Ulaşım, yol, su, ekecek yerleri yok...çok ilginçler gerçekten. Biz Rusana manastırını gezdik, bir rahibe vardı içinde. Etek giydik ve fotoğraf çekmek yasak. Hediyelik eşyalar satılıyor. Hiç bir manastırın yaşama alanları gezenlere açık değil, belli bir alanı görebiliyoruz. Önceden hiç kadın yokmuş ne rahibe ne ziyaretçi olarak. Şimdilerde ikisinde rahibeler var ve kadın ziyaretçi kabul ediyorlar. İkinci dünya savaşında bir manastırdaki 31 rahip ölünce o manastıra 31 rahibe gelmiş sembolik olarak...Bu arada “meteora” , gökle yer arasında asılı duran anlamına geliyormuş, çok ilginç bir yer gerçekten. Tepelerin eteğinde ise çok şirin bir yerleşim olan Kalampaka’yı gördük.
Üçüncü bölge olan Attiki’ nın merkezi de Atina. Oraya gidince hep gördüğümüz fotoğrafları yaşamak çok hoştu. “Akropol”e hayran kaldım. En yüksek tepe demekmiş. Gerçekten de şehre kuşbakışı bakıyorsunuz. Restore çalışmaları vardı. Hep fotoğrafını gördüğümüz Athena Nike tapınağını da gördük. Oradaki rehberimiz bize sütun başlarının, sütunların anlamına kadar herşeyi anlatıı, yazamıyorum, yine çok uzun olacak. Oradan sonra meşhur Korint kanalına gidip büyük bir şansla açık halini ve kapanışını gördük. Üstündeki köprü üste doğru açılarak değil alta batarak gemilerin geçmesi sağlanıyor. Çok etkileyici bir kanal. 12 yılda yapımı tamamlanmış. Atina’da epey serbest zamanımız oldu ve alışveriş yaptık. En kalabalık şehirmiş. Beş milyon kadar. Çok da kozmopolit yapıda, küçük İstanbul gibi...Orada Aristo Meydanı meşhur bir de, bizim Taksim gibi, her gösteri orada yapılırmış.
Son gün Kavala ve civarını gezdik.Pire Limanını gördük. Korint kanalının olduğu Mora bölgesi, Pİre, Kavala, Gümülcine-iskeçe bölgelerinde Türkleri sevmiyorlar ve acı olaylar bile yaşanıyormuş hâlâ. Duvarlarda kanlı Kıbrıs haritaları var. İskeçe’ de de bir kılıç anıtı var, barış meydanına karşı. Çok üzücü elbette. Yazacak çok şey var ama uzamasın diye birkaç tecrübemi de ekleyip bitireyim.
*Alışveriş pahalı ama taksiler ucuz. *Şehirde gezerken ara sokaklara dalmamak lazım.*Genelde herkes İngilizce biliyor ama dara düşerseniz Türkçeden de anlıyorlar.*Otellerde bizdeki lüksü aramayın.* Yol boyunca ve otellerin içinde klozet kapağı yok. *Otellerde kaç yıldız olursa olsun saç kremi-body lotion falan yok. Sadece sabun ve şampuan, onlar da berbat. *Alışveriş için oldukça pahalı bir yer, asla tekstile falan bakmayın. *Benim aldıklarım, magnet, uzo, şarap, kahve, Pisagor kupası idi.*Gördüğünüz sokak köpeklerini korkmadan sevebilirsiniz, hepsi aşılı ve bakımlı, belediyeler özellikle bakıyorlarmış. *Ve tabii ki yanınızda ekstra turlar ve alışveriş için birkaç yüz euro bulundurmanız gerekecek. *Otellerde kahvaltı diye bir şey yok gibi. Türkler geliyor diye rica etmiş rehberimiz ve zeytin-peynir-bazen de reçel falan bulduk. *Yemekleri oldukça yağlı ve tuzluydu bana göre, zorlandım. *Ama en güzeli tavernaları idi. Gittiğimiz iki taverna da çok hoştu, bir daha gitmeyi düşünmem ama gidersem bilesiniz ki tavernalardaki showları ve samimiyeti özlemişimdir. Hepsi çok güleryüzlü insanlar ve zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Öyle kendimi kaptırmışım ki, kendimi sahnede tabak kırarken buldum. *HOPPAAAAA!!! Gidin Yunanistan’a...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.