• BIST 9393.79
  • Altın 3975.39
  • Dolar 38.1133
  • Euro 43.2064
  • Bursa 7 °C
  • İstanbul 10 °C
  • Ankara 4 °C

Azmi Karamahmutoğlu basının karşısına geçti

Azmi Karamahmutoğlu basının karşısına geçti
“Ümit Özdağ'a Özgürlük” tişörtlerini sokaklarda çok göreceksiniz"

Zafer Partisi sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Yerel ve global gelişmelere yönelik değerlendirmelerde bulunan Karamahmutoğlu açıklasında şu ifadelere yer verdi:

" Son haftanın, geçen haftanın en ağırlıklı, bizim için en önemli konuşulan gündemi; İsrail ile Türkiye arasında Suriye'de askeri bir çatışma yaşanabileceği olasılığının gerçekleşmiş olmasıydı. Zihinlerde en azından bunun gerçekleşmiş olmasıydı ve ne yazık ki Türk medyasından ziyade yabancı medyada, dışarıda bu konu enine boyuna tartışıldı, konuşuldu. İsrail, kurulduğundan bu yana tarihinde ilk kez Türkiye'yi ikaz etme cüretini gösterebildi. Bunu Suriye üzerinden yaptı.

İsrail, Suriye'nin daha da istikrarsızlaşması için Suriye'nin etnik ve dini farklılığını kullanmaya başlayan bir politika güdüyor. Suriye'de farklı azınlıkların geniş özelliğe sahip olacağı bir federal yönetim modeli istiyor ve öneriyor İsrail. Geçen 2 Nisan günü Suriye'nin Palmira T-24 askeri hava üssünde, hem üssün yenilenmesi çalışmaları yapılırken mühendisler ve askeri personel tarafından burada hava üssünün pisti ve radar sistemleri İsrail savaş uçakları tarafından hedef alındı ve bombalandı. Hem pist hem radar üstü bombalandı.

Ayrıca bunun T-24'ün beraberinde iki değişik üst ve diğer askeri hedeflerde İsrail hava askerî uçakları tarafından hedef alındı ve bombalandı. Bu, daha çok yine ne yazık ki içeride adeta karartma varmışçasına içerideki medyada yer almadı ve bunların çoğunu yabancı medyadan öğrendik. Orada bu haberle yer aldı. Can kayıplarının olduğu, büyük mal kayıplarının yanı sıra can kayıplarının olduğu konuşulmuştu.

Fakat AKP hükümetinden aksi yönde bir açıklama, bir bilgilendirme gelmediği için İsrail uçaklarının bombaladığı bu yerlerde herhangi bir Türkiye adına herhangi bir can ve mal kaybının olmadığını anlıyoruz. AKP hükümetinin yaptığı bilgilendirmeyle böyle anlıyoruz. İnşallah da böyledir. Fakat dış politikada, az önce sözünü ettiğim gibi bir perdeleme, bir karartma uygulanıyor.

Meclisten kaçırılan bir dış politika güdülüyor. Kamuoyunun bilgisinden kaçırılan bir dış politika güdülüyor. Yine son hafta dış politikada yaşadığımız, Türkiye açısından mevzi kaybettirici bir diğer husus; Kıbrıs Adası'ndaki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tanınırcasına, ne yazık ki Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri tarafından, üstelik de Türk Devletleri Teşkilatı’nın üyesi Türk Cumhuriyetleri tarafından tanınması ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında bu Türk Cumhuriyetlerinin büyükelçilik açması faaliyeti oldu.

Bilindiği gibi Avrupa Birliği'nin temsilcileri Türkistan’daydı. Onların Orta Asya diye adlandırmak istedikleri bölgede, Türk Cumhuriyetleri ile yaptıkları toplantıda — bunlar Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan idi — ve bunlardan 12 milyar avroluk yardım, destek karşılığında büyükelçilik açması istendi. Oysa başlangıçta görüşmelerin konusu bu değildi, bu yoktu.

Farklı bir iş birliği vardı. Fakat ne yazık ki Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’ın talebi üzerine, oyun bozan bir tavır ve tutumu üzerine, Avrupa Birliği’nin mecbur kalmasıyla birlikte Türk Devletleri Teşkilatı’nın üyesi olan bu Türk Cumhuriyetleri de Yunanistan’ın bu talebine rıza göstermek zorunda kalmış ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tanınır şekilde oralarda büyükelçilikler açılmıştır. Bu, ta en başından güdülen yanlış dış politikanın ürünüdür, değerli arkadaşlar. Çünkü bilindiği gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği’ne üye olmasına rıza gösteren Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetidir.


Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti olur vermese, rıza göstermeseydi, Kıbrıslı Rumlar Avrupa Birliği üyesi olamazlardı. Çünkü bilindiği gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Londra ve Zürih Anlaşmaları, garantör devletlerin taraf ve üye olmadığı bir iş birliğine, örgüte, uluslararası birliğe Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de katılmasını uygun görmüyor. Dolayısıyla Türkiye, garantör devleti olan Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmadığı için, Kıbrıs Cumhuriyeti de Avrupa Birliği’ne üye olamazdı. Fakat Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ve onun başı buna rıza gösterdi.

Kıbrıslı Rumlar Avrupa Birliği üyesi oldu. Şimdi başımıza açılan bela Orta Asya’ya, Türkistan’a kadar uzanabiliyorlar. Oradaki Türk Cumhuriyetlerine Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tanıtabiliyorlar. Cumhur İttifakı iktidarı, ülkemizde yarattığı kaos ve gerilim siyasetini bir an önce terk etmelidir.

Bu ülkeyi tek başına yöneten, otoriter değerleri savunan, partileri, siyasi akımları ve kamuoyunu dikkate almayan, göz ardı eden bu politikasını derhâl terk ederek, siyasal partilerin tamamını bilgilendiren toplantılar yapmalıdır. Ve bu siyasi partilerin görüş ve önerilerini dinlemeli, almalı ve Türkiye’ye karşı yaklaşan tehditlere karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla karşı durmalıdır. Bu, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki politik kurulların alacağı kararlarla olmaz. Burada Meclis devre dışı bırakılmamalı.

Nitekim bu politikanın Türkiye’yi karşı karşıya getirdiği tehlikelerden biri de ülkemizi yalnızca Orta Doğu’yla meşgul etmek olmuştur. İşte İsrail, Gazze’deki 1 milyonun üzerindeki Filistinli nüfusu sürgüne göndermek istiyor. Bu sürgün, tam olarak bir etnik temizliktir. İsrail, Gazze’de bir etnik temizlik yapmak istiyor.

Ve bu etnik temizliğin, bu sürgünün doğuracağı olumsuz sonuçlar, bölge ülkeleri arasında en fazla Türkiye’yi etkileyecektir. Fakat Türkiye, bu konuda birlik hâlinde bu tehlikeyi göğüslemeye hazır olması gerekir ki, ne yazık ki yine her zamanki gibi milliyet düşmanı, millî devlet düşmanı, beynelmilelci zihniyetin temsilcileri; kamu kaynaklarından beslenen, hükümet medyasının dehlizlerinde yazı karalayan bu maaşlandırılmış siyasal İslamcı kalemler, İsrail’in bu insanlık suçu politikasına çanak tutmakta, servis sağlamaktadır. Milliyet düşmanı bu siyasal İslamcı kafanın, 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısını coşkuyla alkışlamasından sonra, şimdi Nisan 2025’te 7 Ekim 2023’ten Nisan 2025’e sürgün, göç, hicret kabulü; bu İsrail politikasının kabulü ibret vericidir. Ve onların bu yapmış olduğu açık bir işbirlikçiliktir.


Gazze'deki Filistinlilerin sürgününü “hicret” terimiyle, dinî bir terminolojiye büründüren bu siyasal İslamcı kalemler, İsrail'in Gazze'deki etnik temizliğine hizmet sağlamış oluyorlar. Oraya hizmet veriyorlar. Burada basın toplantılarında söyleye geldik. Bugün tekrar edelim, bu Gazze konusu açıldıkça:

Filistin, Filistinlilerindir ve Filistinliler kendi vatanlarında yaşamalıdır. Aynı anlayışla, “Suriye Suriyelilerindir” dedik ve Suriyeliler, kendi vatanlarında yaşamalıdır. Terör saldırılarıyla bunların bir kısmı göç ettirilmiştir. Bu terör saldırılarıyla sürgüne gönderilmiş, sürülmüş, göç ettirilmiş olan...

Bir kısmı da Türkiye’mizde bulunan bu Suriyeliler, ülkelerine geri dönebilmeli ve vatanlarında yaşama hak ve özgürlüğüne kavuşabilmelidir. Türkiye’mizin karşı karşıya kalmış olduğu düzensiz göç ve yasa dışı kaçak nüfus saldırısı, demografik saldırı karşısında, 13 milyonluk kaçak ve geçici nüfusa bakmak zorunda kalmışken Türkiye’miz; bunun üzerine bir de ilaveten İsrail politikalarına hizmet etmek adına 1 milyonluk Filistinli nüfusu bünyesine katamaz. Bunu kaldıramaz ve bu fazladan 1 milyonluk Filistinliyi de Türkiye’de barındıramaz. Türkiye’mize karşı yürütülen bu demografik savaşın ülkemize yığmış olduğu 13 milyonluk yasa dışı kaçak nüfusu; Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Afrika ülkeleri gibi ayrılıp geldikleri kendi ülkelerine geri göndermemiz yaşamsal önemdedir ülkemiz açısından.

Sığınmacılar ve kaçak nüfus sorunu, değerli arkadaşlar, yalnızca ekonomik, güvenlik ve demografik bir mesele değildir. Türkiye’de seyreltmek istenen Türk nüfusunun egemenlik ve varlık-yokluk meselesidir. Bu meselenin sorumlusu olan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, bu kaçak nüfusu azaltacağına, ilaveten sayısı 1 milyonu aşan yeni Filistinli göçmen nüfusu ülkeye taşımanın peşinde ve bu yeni göç dalgasının ön hazırlığını yapmanın çabası içerisinde. Bunu da Türk kamuoyuna, medya eliyle, hükümet medyası eliyle hazırlamasından anlıyoruz. Ve görüyoruz ki Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin başı olan kişinin siyasal bekası, ulusal çıkarlarımızın önüne geçiyor.


Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti iş başına gelmeden bir yıl önce, 2001 yılında bu ülkemizdeki barındırmak zorunda olduğumuz yasa dışı kaçak nüfusla beraber, onların doğurganlık oranıyla beraber ülkedeki sayıların artmasıyla beraber ülkemizdeki Türk vatandaşlarının doğurganlık oranlarını karşılaştırarak bunu dikkatinize sunmak istiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti iş başına gelmeden önce, 2001 yılında, hemen bir yıl öncesindeki veriler Türkiye'de doğurganlık oranı 2,38 idi. 2,38 olan doğurganlık oranı, 2021'de, 22 yıl sonra, yani Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin iş başında bulunduğu zaman dilimi içerisinde, 2023 yılında Avrupa Birliği’ndeki oranın da altına düşerek 1,51'e geriledi. 2023 yılında Türkiye'deki doğurganlık oranı 1,51 ve bu oran Avrupa Birliği’ndeki doğurganlık oranının altındaki bir sayıdır.

Halbuki değerli arkadaşlar, bir ülkede nüfusun stabil kalabilmesi, yani yerinde sayabilmesi için bile bir kadın başına en az 2,1 çocuk doğması gerekiyor.

Biz bunun da altındayız. 2,1 nüfusu stabil tutarken, durağan tutarken; nüfusu biz 1,51'e gerilmiş durumdayız. Türkiye İstatistik Kurumu, bu eğilimin ışığında bir çalışma yapıyor, projeksiyon yapıyor. Işığında yapılan bu çalışmada, 2100 yılında, yani sadece 75 yıl sonra Türkiye’mizin nüfusu 55 milyona gerileyecek. 2100 yılında, 75 yıl sonra Türkiye’mizin nüfusu 55 milyona gerilecek ve bu nüfus şimdiki gibi genç bir nüfusu barındırmayacak.

Halbuki sağlıklı bir ekonomide dört çalışana bir emekli düşmesi beklenir. Dört çalışana bir emekli düşmesi beklenirken, sağlıklı bir ekonomide Türkiye’de ise sadece dört çalışan yerine bir buçuk çalışana bir emekli düşüyor. Şimdi bu veriler ışığında, doğurganlığın gerilemesi, çalışan nüfusun azalması, emekli nüfusun artması ve bir de uzun yaşam, sağlığın gelişmesiyle birlikte uzun yaşa bağlı hastalıkların ülkemizin sağlık sistemi üzerindeki yaratacağı baskıyla birlikte, Türkiye’mizin geleceğini de sadece sağlık sistemi üzerinde değil, ekonomik açıdan da ve nüfusun devamlılığı açısından da bir felaket tablosu çiziyor. İşsizlikten ve düşük gelirden kaynaklı olarak gençlerimiz evlenemiyor.

Evlense bile çocuk sahibi olmayı göze alamıyor. Çocuk sahibi olmayı göze alanlar da bir çocuktan fazla çocuk sahibi olmuyor. Bu da nüfusu eksiğe götüren etkenlerden biri. Yani ekonomik bozulma, değerli arkadaşlar, kendiliğinden bir nüfus kontrolü sağlıyor.


Otomatik bir nüfus kontrolü sağlıyor ülkede. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ülkemizi içine sürüklediği bu ekonomik buhrandan çıkmadan — ki bu da Adalet ve Kalkınma Partisi’nden kurtulmakla birlikte mümkün olabilir ancak — bu ekonomik buhrandan çıkmadan, ekonomik düzelmeyi sağlamadan, sağlıklı bir nüfus artışını elde etmek pek mümkün görülmüyor. Bunun için de Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni sırtından atmalıdır.

Kıymetli arkadaşlar, Zafer Partisi’nin... Burada arkadaşlarımız görüyoruz, yeni tişörtler yapmışlar: “Ümit Özdağ Özgürlük” diye. Keşke kameralar dönebilse, onları görseydiniz. Üzerlerinde onlar var, “Ümit Özdağ Özgürlük” tişörtleriyle dolaşıyorlar. Sokaklarda bunları çok göreceksiniz, bu kıyafetleri. Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’ın tutukluluğu, Silivri Mahpushanesi’nde alıkonularak siyasetten el çektirilmesi, üçüncü ayını dolduruyor. Cezaevinden, kendisinin kavramsallaştırarak, var olanı aslında tedaviye sokarak söylemiş olduğu gibi, “düşman ceza hukuku” uygulamasıyla birlikte...

Zafer Partisi'nin tutuklu — evet, sözünü ettiğim tişörtleri sokaklarda, caddelerde, mahallelerde, hayatın içerisinde bu tişörtle dolaşan gençleri çok göreceksiniz. “Ümit Özdağ Özgürlük” yazılı olan bu tişörtlerin, en kısa zamanda gerçekleşmesini dileyerek devam edeyim:

Artık kamuoyunda şu, hâkim bir kanaat haline gelmiş vaziyette: Ümit Özdağ, kaçak ve sığınmacı istilasına karşı Türkiye’yi uyardığı, Türkleri bilinçlendirdiği için, 7,5 yıl hapis istemiyle hapishanede tutuklu bulunuyor. Bunun için cezaevine konmuş vaziyette. Türkiye’yi uyarmak ve uyandırmak istediği için özgürlüğü elinden alındı, tutuklandı, hapsedildi.

Mahpusluğunun 3. ayında, 7,5 yıl cezaevinde kalması isteniyor. Üçüncü ayını doldurmuş durumda. Ümit Özdağ, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ve onun politikalarının siyasi rakibi olduğu için tutuklandı, hapsedildi.

Ümit Özdağ’ı fikren, siyaseten yenemeyenler, onu yargı kararlarıyla siyasi yasaklı hâle getirmeye çalışıyorlar. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, Ümit Özdağ’ın muhalefet etme tarzından, siyaset üretmesinden çekindiği için Zafer Partisi’ni tutuklayıp cezaevine koydu. Fakat bunu yaparken, Ümit Özdağ — Profesör Ümit Özdağ, üniversitedeki akademisyen, öğrencilerin hocası Ümit Özdağ — o cezaevinde yalnız bırakılmadı. Gençlerin, öğrencilerin Ümit Hoca’sını hapsettikleri cezaevine, bir de çoğu öğrenci olan 300 genci tutuklayıp koydular.


Aynı cezaevlerine... Üniversite öğrencileri, öğretmenleriyle birlikte aynı mahpushanede hapsedildi. Hapsedildiler. Öğrencisinden öğretmenine kadar hapsedildiler.

Çünkü saraya yanaşma olmayı reddettiler. Saray yanaşması olmadığı için Prof. Ümit Özdağ’dan üniversite öğrencilerine kadar hepsini tutuklayıp cezaevine koydular. Özdağ’dan üniversite öğrencilerine kadar hepsini.

İlk günden beri otoriter yönetime sadakat bekledi Saray. Kendi otoriter yönetimine ilk günden beri sadakat bekledi fakat karşısında ancak cesaret gördü. Sadakat yerine cesaret gördü. Cesaret karşısında kaygıları, korkuları artınca baskıları da artmaya başladı.

Dert değil, biz Türk milliyetçileri, hapishaneyi okula çevirmiş bir geleneğin takipçileri, temsilcileriyiz. Nitekim bakıyoruz, değişen dengeler içerisinde Türkiye’deki yurtseverlerin, milliyetçilerin, Atatürkçülerin başına gelenlere bakıyoruz ve diğer taraftan saray yanaşması olmasıyla birlikte, saray yanaşması olanların dengeleri değişmesiyle birlikte Türk siyasetinde değişen tabloya bakıyoruz. Narko terör örgütü PKK siyasetinin temsilcileri bile saraya yanaşınca makbul oluyor, meşruiyet kazanıyor ve hüküm dağıtmaya başlıyorlar. Bu narko terör örgütünün siyasal temsilcileri hüküm dağıtmaya başlıyorlar.

Önümüzdeki Mayıs ayında, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nda boşalacak olan üyeliğin yerine yeni bir atama, tayin, belirleme yapılacak. Yeni bir üye seçilecek daha doğrusu. Bu yeni belirlenecek üyenin, DEM Parti’ye verileceği, DEM Parti kontenjanından bunun seçileceği, artık kararlaştırılmış bir halde Ankara’da, siyasi koridorlarda kararlaştırıldığı konuşuluyor. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nda DEM Parti’ye üyelik verilecek.

Kontenjan açılacak. Demek ki DEM Parti bu genişlemeyle, bu büyümeyle Cumhur İttifakı’nın üyesi olmuşken, Cumhur İttifakı da bünyesine DEM Parti’yi katacak kadar genişlemiş vaziyette. İşte tam da bu sebeple, Cumhur İttifakı’nın iktidardan düşmesi için artık elimizde yeni, geçerli bir sebebimiz vardır. Cumhur İttifakı ile devam etmemesi için Türkiye’miz...

Değerli arkadaşlar, bu narko terör baronları ve onların saha elemanları, paçasına yapıştıkları iktidardan otorite devşiriyor, otoriterlik devşiriyor. Ve Türklüğe ve Türk devletine karşı küstahlaşma cüretini gösterebiliyor. Bunu hem doğrudan siyaset yaparken hem de medya aracılığıyla konuşurken görebiliyoruz. Bu bizi rahatsız etmiyor.


Bu aslında makyajın dökülmesi ve maskelerin düşmesi adına olumlu bir gelişme. Her ne kadar gurur kırıcı gibi görülse de karşımızdakinin, şımartılmış bu siyasal kitlenin küstahlaşması, cüretkarlaşması; aslında maskelerinin düşmesi, makyajlarının akması adına olumlu bir gelişme ve buradan hareketle dileğimiz, Türkiye’mizde uyutulmuş, uyuşturulmuş olan Türklüğün uyanması, titreyip kendine gelmesi için bu şımartılmış siyasal kitlenin saldırganlığından ders çıkartılmasıdır. Yargının siyasallaşması, hukukun araçsallaştırılması hem Türkiye ekonomisine hem de Türk milletine ve devletine en az bu terör kadar zarar vermektedir. Ancak yine de tüm bu yaşananlara rağmen, değerli arkadaşlar, Zafer Partisi siyasette var olduğundan bu yana gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz ki, tüm bu yaşananlara rağmen Türk milleti karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmesin.

Biz yurtseverler, milliyetçiler, Atatürkçüler, tarihin doğru tarafında duruyoruz ve tarihin haklı tarafındayız. Vatan şairi Namık Kemal’den bu yana vatan ve hürriyet cephesinde görevdeyiz. “Varlığımız Türk varlığına armağan olsun” diyen bir zihniyetin sahibi ve temsilcileriyiz. Türkiye’mizde demokrasinin gerilemesi aslında pek de dışarıdan etkisiz, bağımsız bir gelişim, bir olgu değil, değerli arkadaşlar.

Yaşadığımız otoriterleşme, tepemizde büyüyen otokrasi, aslında sadece Türkiye’ye özgü negatif bir geriye dönüş değil. Bu hâl, bu otoriterleşme, küresel anlamda demokrasileri çöküşe götürüyor. Sadece Türkiye’de değil, küresel bir sorun hâlinde. 21. yüzyılın başından bu yana, ilk kez otokrasilerin sayısı, otokratik devletlerin sayısı, ne yazık ki demokrasilerin sayısını geçmiş vaziyette. Dünyada aynı anda otokratikleşen ülkelerin oranı hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Bu otokratikleşme küresel bir dalga ve Türkiye’miz de bundan muaf değil. Türkiye’miz bundan etkilenmeden, bundan azade kalamadı.

Türkiye’miz, dünya demokrasi liginde artık “seçimli otokratik rejimlerin” olduğu bir bölgede yer alıyor. Dışarıda yapılan çalışma, bir İskandinav üniversitesinde yapılan çalışma, “seçimli otokratik rejim” adlandırmasını rahatlıkla kullanabiliyor. Otoriterleşme, yabancı sermayenin ülkeden kaçışıyla ekonomiye zarar verir. Ekonomiye zarar verirken, beraberinde nitelikli insan kaynağının da kitlesel göçüne yol açar.

Bu kitlesel göç, bize hem bugünümüzü kaybettirir hem de geleceğimizi, yarınımızı kaybettiriyor, değerli arkadaşlar. Yakın zamana kadar bu demokrasi olan etkisinden söz edecek olursak; bu otokrasinin yakın zamana kadar protesto, eleştiri, muhalefet yalnızca siyasi eylemlerken çok rahat, hoş görülebilen, karşılanabilen siyasi eylemlerken; artık potansiyel tehditler olarak görülüyor ve kriminalize ediliyor. İşte 300 gencimiz, bu demokratik haklarını, bu yurttaşlık sorumluluğuyla kullandıkları için, bu demokratik haklarını hükümetin şiddetiyle, hapishanelerde tutuldu. Geçen süre içerisinde 200’e yakını serbest bırakıldı, eğitimlerinden geri kaldılar, sınavlarından geri kaldılar ve yüzü aşkını hâlen daha cezaevlerinde tutuklu vaziyette.


Her geçen gün daha da otoriterleşen bu Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, içerideki belediye başkanlarını tutuklu halde bulundurdu. Siyasi parti genel başkanını tutuklu halde bulunduruyor. İş insanlarını bulunduruyor. Gazetecileri, sanatçıları bulunduruyor.

Alıyor, salıveriyor. Fakat hâlen daha şu an en kalabalık halde içeride tutuklu olarak bulundurduğu ne yazık ki bu gençlerimiz. Çoğu üniversite öğrencisi olan bu gençlerimiz... Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, bir gün bile geçirmeden, hâlen hapishanelerde alıkonan bu gençleri ve öğrencileri serbest bırakmalı ve onların öğrenim hayatını engellemekten vazgeçmelidir.

Onların anne babalarının kurmuş oldukları platform bize ulaştı, Zafer Partisi’ne... Ve bizden bu konuda, bu doğrultuda bir destek istediler. İstememiş olsalardı da buna kayıtsız kalmak mümkün değildi. O sebeple bu öğrencilerin... Bırakınız onların özgürlüklerinden yoksun bırakılmasını, sınav ayıdır, sınav haftasıdır; öğrenim hayatlarının engellenmesinden Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti vazgeçmelidir. Bunu Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinden isterken biz onların, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin vicdanına sesleniyor değiliz.

Bunu onlardan vicdanen istemiyoruz. Hukuken istiyoruz. Biz onların vicdanına bir kez seslenmiştik. Yeni mezun teğmenlerimizin haksızca Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çıkartılmaması için, onların hükümetinin başının, daha doğrusu Sayın Cumhurbaşkanı’nın vicdanına seslenmiştik.

Fakat artık bunun anlamsız olduğunu biliyoruz. Parti olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin vicdanına seslenmenin anlamsız olduğunu biliyoruz. O yüzden diyoruz ki: Sizlerden vicdan değil, hukuk ve demokratik teamüllere uymanızı bekliyoruz. Bu haftanın en yakıcı sorunu, bizim için gençlerimizin özgürlüklerinden yoksun bırakılarak, eğitimleri engellenerek içeride tutulmalarıdır.

Bir diğer konu, Sayın Genel Başkanımızın üçüncü ayını dolduran tutukluluğunun sürmesidir. Hem gençlerimize hem Sayın Genel Başkanımıza özgürlük dileyerek bu haftaki basın toplantımı sonlandırmak istiyorum."

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2015 Bursa Bakış | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Haber İhbar Hattı: 0544.201 80 43 Faks : 0544.201 80 43